1895 yılından bu yana İstanbul’un en nadide bölgesinde bulunan Pera Palas Hotel ile yaşamı boyunca aralarında büyük bir bağ bulunan Agatha Christie, 1890 yılında İngiltere’de dünyaya gelmiştir. Tam ismi Agatha Mary Clarissa Miller Christie Mallowan olan yazarın çocukluğundan itibaren sanatla iç içe bir yaşam tarzı vardır.
Yol Tarifi
Yorum Yazın
Paylaşın
Dinleyin
1895 yılından bu yana İstanbul’un en nadide bölgesinde bulunan Pera Palas Hotel ile yaşamı boyunca aralarında büyük bir bağ bulunan Agatha Christie, 1890 yılında İngiltere’de dünyaya gelmiştir. Tam ismi Agatha Mary Clarissa Miller Christie Mallowan olan yazarın çocukluğundan itibaren sanatla iç içe bir yaşam tarzı vardır.
Annesi, Agatha’nın yazmasını her daim desteklemiştir. Çok genç yaşta babasını kaybetmesinin ardından 16 yaşında iken Paris’e şan ve piyano dersleri alması için gönderilmiştir. Fakat müzikle çok fazla ilgisi olmadığını anladıktan sonra, hayalini kurduğu yazarlık mesleğini icra etmeye, yazacağı kısa denemeler ile başlamıştır. Agatha’nın ilk edebi denemeleri asıl şöhretini elde ettiği polisiye türünde değil, aşk teması çerçevesinde olmuştur.

Disleksi olmasına rağmen sürekli okumalar yapan Agatha, 1914 yılında Albay Archibald Christie ile dünyaevine girer ve tekrardan Fransa’da yaşamaya başlar. Fransa’da yaşamaya başlamasının ardından çokça dedektiflik hikayeleri okuyan Christie, ilk polisiye romanı olan “Styles’daki Esrarengiz Olay” kitabını kaleme almıştır. Bu eser Agatha’nın dedektiflik hikayelerinden oluşan ünlü “Hercule Poirot” serisinin ilkidir. Agatha evlilik süresi boyunca eşi olan Archibald’a çok aşık ve sadık kalmasına rağmen eşinin ona aynı sadakati gösterememesi yüzünden çeşitli tartışmalar yaşamışlardır. Bu tartışmaların en şiddetlisi yaşandıktan sonra Agatha arabasını atlayarak evi terk etmiştir.
1926 yılında olan bu olayda günler sonra arabası bir gölün kenarında terk edilmiş olarak bulunmuştur. Araba ağaçlara çarpmış ve içerisindeki eşyaların ise yerlere saçılmış olduğu belirtilmiştir. Agatha tam 11 gün sırra kadem basmıştır. Bu dönemlerde gazetelerde iki olasılık yer almıştır. İlki, yazarın geçici olarak hafıza kaybı yaşamış olduğu ikincisi ise dikkat çekmek için bu tarz bir senaryo ürettiğidir. Ünlü yazarın 11 günlük kayıp süreci ile ilgili çeşitli kaynaklarda çok farklı senaryolar vardır lakin hiç kimse gerçeği tam anlamıyla bilmemektedir. Agatha’nın vefatından sonra ünlü film şirketi Warner Bros, yazarın gizemli hayat hikayesini izleyiciyle buluşturmak için film yapmak ister, fakat yeterince bilgi bulamadıkları için o dönemde ünlü bir medyum olan Tamara Rand’dan yardım talep ettiklerini açıklar.

Söylentilere göre Tamara, bu film için ünlü yazarın ruhunu çağırmakla görevlendirilir ve onun sırrının İstanbul’da bulunan Pera Palas Hotel’de saklı olduğunu söyler. Onun iddiasına göre tüm sırrı açıklayacak anahtar Pera Palas’ta 411 numaralı odadadır. Daha sonra iddialara göre, yapılan aramalarda mevzubahis anahtar tam da medyumun tarif ettiği yerde bulunmuştur. Anahtarın bulunmasının ardından o dönemdeki otel yönetimi ile film şirketi arasında çıkan çeşitli anlaşmazlıkların ardından anahtar gizeminin sırrı çözülememiştir. Bu durum o dönemde bütün dünya basınının ilgisini çekmiş ve tüm odak noktaları Pera Palas olmuştur.
Kendi yaşamındaki çeşitli gizemli olaylarla da dikkatleri üzerine çeken Agatha, Hercule Poirot’un sırlı bir cinayeti çözdüğü Doğu Ekspresinde Cinayet adlı kitabını da Pera Palas Hoteli’nin 411 numaralı odasında kaleme aldığı bilinmektedir. 1926 ile 1932 yılları arasında İstanbul’a geldiğinde her zaman aynı otelin aynı odasında konaklamıştır. Agatha Christie’nin torunu olan Mathew Prichard 2015 yılında Pera Palas Hotel’de düzenlenen Kara Hafta isimli etkinliğe onur konuğu olarak gelmiştir.

Burada büyükannesi Agatha için “Ben doğmadan çok önce buraya gelmiş. Ona ait çok sayıda fotoğrafın bulunduğu bir odada bulunmak sıradan olabilir ancak buradayken çok mutlu olduğunu biliyorum” demiştir. Bu sözler, Pera Palas’ın Agatha Christie için yalnızca bir konaklama noktası değil; ilhamın, merakın ve hikâyelerin yeşerdiği özel bir durak olduğunu bir kez daha düşündürüyor. İstanbul’un çok katmanlı atmosferiyle Beyoğlu’nun canlı ritmi, Christie’nin dünyasında zaten güçlü olan “gizem” duygusunu daha da beslemiş olmalı. Bugün otelin 411 numaralı odası, hem yazarın İstanbul’la kurduğu bu görünmez bağı hatırlatan bir simge hem de edebiyatla şehrin hafızasının kesiştiği etkileyici bir anı mekânı olarak ziyaretçilerini kendine çekmeye devam ediyor.

Bugün bile Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi’ndeki Pera Palas’ın girişine ulaştığınızda aynı atmosferi solumaya başlayabiliyorsunuz. Eski fotoğraflar, yakın zamanda çekilen dönem filmleri ve dizilerindeki o görüntüyü canlı canlı yaşamak, insanı adeta zamanda yolculuğa çıkartıyor. Lobiye adım attığınızda ise Doğu Ekspresi ile İstanbul’a gelmiş bir Avrupalı’nın hissettiği o “Doğuya giden yolda Batı’nın son fısıltısı”nı duymanızı sağlıyor. Döner kapıdan geçtikten hemen sonra karşınıza çıkan birkaç basamağı aştıktan sonra karşılaştığınız muhteşem patisserie, kafe ve bar salonları, Agatha Christie gibi bir yıldız yazarla aynı havayı soluduğunuzu hatırlatacak şatafatta. Koridorun soluna döndüğünüzde ise Türkiye’nin ilk elektrikli asansörüyle ve hemen karşıda da Cumhuriyet’in ilk yılbaşı balosunun yapıldığı o muazzam salonla karşılaşıyorsunuz.
Bütün bu bilgiler ve hislerle gezilebilen Pera Palas’ın hâlen hayatta ve ayakta olması, Agatha Christie gibi dünyaca ünlü bir yazarın adının İstanbul’la anılmasına vesile oluyor. Uzun yıllar boyunca da anılması dileğiyle…

Agatha Christie’yi bu kadar sıcak ve anlaşılır bir dille anlatmanız çok güzeldi. Okurken yeni ve derin bilgiler öğrendim. Yazarın gizemli hayatını böyle keyifli bir şekilde aktarmanız gerçekten çok güzel. Emeğinize ve kaleminize sağlık.